17 Aralık 2015 Perşembe

Mirasım sevgi..



Ben Necla. Hem hiç büyüyemeyen bir kız çocuğu, hem çok erken yaşta olgunlaşmış bolca yükü olan kocaman bir kadınım. Sevgi doluyum. Ve aynı zamanda da bu doluluğumu herkese ve herşeye aktarma isteğiyle doluyum. Çok birikip içimde kalınca hastalanırım..

Gökyüzünü severim, her rengini ayrı güzel bulurum. Mavisinde umudu, grisinde hüznümü yaşarım.
Ağaçları severim. Onları hep sağlam ve güçlü tutan köklerini, hassas ve narin dallarını, yapraklarını, mağrur duruşlarını..
Denizleri severim. Durgunkenki huzurunu, coşkunken verdiği heyecanı, izlerken onla beraber akıp giden düşüncelerimi..
Geceyi ve yıldızları severim. Onlardan gelen işaretleri. İçlerinde saklı sırlarını..
Rüzgarı severim. Ilık eserken dinginliğini, sertken beni kendime getirişini..
Kuşları severim. Kanat çırpışlarını, bağımsız ruhlarını, onlarla gözgöze geldiğimde bana anlattıklarını..
Boğazdan geçen büyük gemileri severim. Tüm gücüyle ağır ağır süzülüşünü, taşıdığı onca yükle sağlam ve  kararlı ilerlemesini ve o heybetine rağmen manzaraya kattığı inceliğini..

***

İnsanları severim. Kalpleri güzel olanlardan geçen enerjiyi..
Ve hayvanları severim. Merhamet bekleyen masum bakışlarını..

Çiçekleri severim. Güllerin göz alıcılığını, papatyanın saflığını. Çeşit çeşit renklerdeki kasımpatıları..
Çayı severim bir de. Sevdiğimle içilenini en çok.. Su gibi, ekmek gibidir benim için..
Çocukları severim. Onların çıkarsız dünyalarını, tertemiz yüreklerini, saf cümlelerini, güzel yüzlerini..
Yaşlıları severim. Bilge olanlarını. gülümseyenlerini. tecrübelerini paylaşıp yol gösterenlerini..

Kelimeleri severim. En çok da aşktan bahsedenleri. Eksik parçaları tamamlayanlarını. İçinde yalan olmayanlarını. Boşlukları dolduranlarını..

İşte o küçük kız olan Necla'ya içindeki bu sevgi potansiyeli hiç tanıyamadığı canı babasından mirastır. Fakat büyük bir kadın olan Necla'nın o 'can'ı çok erken göçüp gittiği için olsa gerek, ne kadar çok sevdiyse o oranda yarım kalmıştır sevilmeleri...

''İnsan için baba sığındığı limandır'' derler ya, ben ya o limana varamadan alabora oldum, ya rotayı şaşırdım, ya da tam yanaştım derken kıyıya çarptım hep. Neyse ki; nihayetinde kavuşacağımızı biliyorum. Yani elbet bir gün ben de o limana sığınacağım..

***

Doğum günün kutlu olsun babacım. Her 17 Aralık'ta yanına gelip sarılarak kutlayabilmeyi arzularım, biliyorsun.  Fakat ben bunu yapamasam da sen beni duyuyorsun, görüyorsun, hissediyorsun bence. Bu da beni biraz olsun avutuyor..
Sen doğmasaydın ben de olmazdım. Ya da başka bi şekliyle; ben olmayacak olsaydım belki sen de olmazdın di mi? Bunların sebeplerini sadece Allah biliyor. Benim bildiğim; sanırım sen yaşamımda yanımda olsaydın ben bu kadar güçlü olamayacaktım.. Ahh keşke olsaydın da ben zayıf kalsaydım ve hiç öğrenemediğim o 'koşulsuz sevgi' hissini bu dünyada da tatsaydım. Omzuna yatsaydım. Omzumdakileri hafifletebilseydim...

Nurlar içinde yat..

***

Bu dünya aslında acılarla dolu kocaman bir yalan da olsa, canlı-cansız tüm varlıkları, bu muhteşem doğayı ve bolca nimeti yaratıp bizlere bu şöleni sunup yaşatan yüce güce, Rabb'e şükür olsun. O bizi kendi sevgisinden ayırmasın..

Ve bu dünyaya kalacak miraslarımız 'tamamlanmış sevgi'ler olsun inşallah..


NeclaK




1 Kasım 2015 Pazar

Neden?


Dünya üzerinde kime sorsan kendini ''iyi biri'' olarak tanımlar. İyi kalpli, hoşgörülü, yardımsever vs... Fakat gerçekte olan bu değil tabi! Hepimiz biliyoruz ki; insanın içinde 'nefs' diye birşey var. (buna başka isimler de konabilir: 'ego' veya 'şeytan' gibi) Ve insanoğlu gerçekten 'iyi' kalabilmek için önce o 'nefs'le başa çıkmalı, bunun için de, en büyük olaylardan en küçük detaylara kadar vicdanını en yüksek performansta kullanmalı. Bunu da biliyoruz.. Fakat malumumuz, günümüz insanının odağında bu niyetler değil, daha çok  'çıkarları' olduğu için o vicdanlar fazla kullanılıp da eskitilmiyor!! Ve bu çağın insanı en çok da; bir kişiyi, bir inancı, bir kavramı ya da bir grubu önce ötekileştirip/değersizleştirme, sonra kendini ondan üstün gösterme ve ona öfke/nefret biriktirmeye eğilimli..

Peki ama neden??

Tamam hepimizi nefsimiz ele geçiriyor bazen, hamurumuz böyle, ve o yüzden hepimiz biraz kötüyüz. buna eyvallah.. Ama büyük çoğunluk öyle 'birazcık' değil, 'fazlasıyla' kötü! Benim insanlık adına tahammül ve kabul edemediğim kısım da bu. Neden ve nasıl bu kadar fazla kötü olduk?
Sezen'in dediği gibi; Acaba ilk kim bozdu bu sonsuz uyumu?

***

Çok kötü insanların ortak özellikleri benim gözlemime göre; çok sabit fikirli oluşu, kompleksli oluşu, aşırı faşist oluşu, geri vites yapmadığı hırslarının oluşu ya da epey 'geri' zekalı olup, kendini aksine çok 'ileri' sanması! Bu özelliklerin en az bir ya da birkaçını illaki taşıyorlar. Tüm bunlar yüzünden de özellikle 'kalple düşünmek' ve 'adil düşünmek' zorlandığı ya da es geçtiği eylemler haline geliyor. Ve böylece kötülüğün tohumları ekilmiş oluyor, zincirin ilk halkası oluşuyor..
Ayrıca, insanlar birbirlerine olan beddualarıyla öyle bir sinerji yaratıyorlar ki, üzerlerine olumlu bir enerjinin gelmesi mümkün olamıyor, gelecek olanı da itiyor!

Peki neden bize bir kere sunulan bu hayatı kendimize ve çevremize yararlı olmak, neşe, uyum ve saygı ile geçirmek yerine, başkalarının inançları, tercihleri veya yaşam alanları ile kafayı bozarak, aşağılayarak, yok etmeye çalışarak geçiriyoruz? Sonuçta insanoğlu iyi de olsa, kötü de olsa en başta kendine huzur istemez mi?
Neden hep bir 'öteki' var ve neden tüm bireysel özgürlükleri hakedenler sadece kendimiz gibi olanlar ama o ötekiler değil?
Veya, neden kendi çocuğumuzun kılına zarar gelse dünya yıkılır da öteki canice öldürülse bile umursamayız? Hiç mi içimiz sızlamaz?
Neden?
Neden?
...........
Akla ve yüreğe uygun bi cevabı olan beri gelsin...

***

Bir arkadaşım Instagram hesabında kendini ''hiçbir şeye şaşırmayan insan'' diye tanımlamış. Bence bu hakkaten çok yüce bir mertebe! O yüzden bu tanımlamayı okuduğumdan beri nerdeyse en önemli hayat amacım oldu bu hale bürünmek:) Özellikle son yıllarda daha da hızlı yükselen bu  kapitalist ve çığırından çıkmış dünya düzeninde ruh ve akıl sağlığını korumak için mucize bir ilaç kıvamında çünkü..
Gerçi şu yaşıma kadar bireysel ya da global anlamda yaşadığım/şahit olduğum birçok tecrübe bunu çok kolaylaştıracak kıvamda olmasına rağmen henüz çok az yol alabildim. Gördüğünüz gibi sürekli ''neden?'' diye soruyorum. Hala olan bitene ve 'insan'a şaşırabiliyorum!
Yani; yolum pek uzun gibi ama başka da yol yok gibi..!

***

''Bize kalmayacak bu dünya için bize kalacak günahlar biriktiriyoruz.'' demiş ya bir zat.. Burdan yola çıkarak ben de diyorum ki;
Ey çok kötü insan! Günlük hayatında kalp kırmamak, canlıları incitmemek, empati yapmak, duyarlı davranmak, hak yememek gibi değerlerin olmasa da, --ki senden bunları beklemek epey abesle iştigal olur!-- bari yalan, hırsızlık, yaralama/ öldürme vb. temel suç ve günahlardan vazgeç! Zira bu biriktirdiklerine dünyada yer kalmadı! Dağlar, denizler yetmiyor! Yapma!

Gör. Hisset. Düşün ve Değiş!
Bizi bunlarla şaşırt!



NeclaK

30 Temmuz 2015 Perşembe

Hayat sorunsalı;)



Hayata dair çok tespitli bi yazı yazayım dedim ama bu konuda söylenecek sözlerin neredeyse tükendiğini farkettim. Ve şimdiye kadar söylenmişlerden daha havalısını bulamadım:) ''Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil'' üzerinden yürüyeyim dedim bi an ama sonra aklıma bunun da karikatürünün yapıldığı geldi, gülmekten yazamadım bişey:) Korkarım yakında Teoman gibi bi buhran geçirip ''yazmayı bırakıyorum'' açıklaması yapacağım. Ama bir gün tekrar dönüş kararı alırsam, bu aynı gidişim gibi olacaktır.Yani, kimsenin haberi olmadan:))

***

Efenim dönelim konumuza. Düşünüyorum düşünüyorum ve aklıma hep şu klasik cümleler geliyor:

Hayat bir tiyatrodur, rolünü oynar gidersin.
Hayat hayallerle gerçekler arasında geçen zamandır.
Hayat sunulmuş bir armağandır.
Hayat sınavdır.
Hayat ottur,
Hayat b.ktur..

(Aslında hepsine katılıyorum ama bence en çok 'f' şıkkı:) )

Bi açıdan da; nefes aldığın süre boyunca  'allahım sabır ver' diye dua edip, sonra da o verdiği sabrın derecesi ne olursa olsun hiç yetemediğini idrak ederek sonuna vardığın bişeydir hayat.. Çünkü hem ''Vay bee, mis gibi dünya, hersey benim için hazırlanmış, harika doğa, bi sürü nimet, ooohh, insan olmak ne havalı şey lan'' diyosun. Hem de her gün o 'insan'lıktan bıkacak, utanacak, başka bi türe dönüşmek isteyecek hisler yaşıyorsun!
Ve hal böyle olunca ben yukardakine en çok şu soruyu soruyorum: ''Hey dostum! Bizim burda ne işimiz var ha!'' (cehenneme gitti!) :)

Sizin anlayacağınız; ben hayata dair kafa yormaktan kafayı kırdım dostlar! Şu sonsuz evrende kapladıgım yerin bir toz zerresi kadar oluşuna bakmayıp boyumdan büyük şeyleri düşünmeye kalktım. Hatayı en başında yaptım yani:) Halbuki ne giriyosun öyle patika yollara, dümdüz git işte! Derdin ne? Hunin mi dar geldi? Hey allaaam yaa.. Ah bu ben! :)

***

Bazen herşey koca bir yanılgı gibi geliyor. Eminim çoğunuz bunu düşünüyordur. (-ki konunun alimleri farklı cümlelerle de olsa olayı genelde bu minvalde açıklıyor) Yani, belki de biz aslında yoğuz! Belki şu anda da başka bi alemdeyiz ve orada uyuyoruz, burada olan biten hersey de gördüğümüz rüyadan (ya da kabus!) ibaret. Bi uyanıcaz; şok şok şok! :)) ''Tüh ulan tam Mango vitrininde %80 indirim yazısını görmüştüm, dükkana doğru koşuyodum'' diycez mesela :P

Bazen de diyorum ki, biz 'iyiler' şu acayip dünyaya barış getirmeye, huzur sağlamaya çalışmaktan vaz mı geçsek? Hatta işleri kolaylaştırmak için bombaların önüne mi atlasak mesela? Ayrıca; biz 'Savaşa Hayır' diyip duruyoruz ama kimsenin savaştığı yok ki zaten. Sadece birtakım grupları aniden ve sinsice öldüren güçler var! Bu da 'savaş' adabına aykırıdır malum. Adı başka bişey bunun..Terör diye adlandırıyoruz kendisini ama daha da başka bişey bence.. Tam ismi bulamıyorum! -ki bulsam ne olacak ?!

***

Sonuç olarak; hayatla ilgili bazı sorularıma kimle konuşsam, kime danışsam, ne okusam, ne dinlesem, ne yana baksam cevap bulamıyorum. Ne içten ne dıştan...Daha doğrusu; ya kısmen buluyorum ya da tamamen buldum sandıklarımın içinde eksik/içime sinemeyen bişeyler kalıyor. Bazen de tam ''haaa, tamaam, anlaadııım. bu bu yüzden, şu şu yüzden'' diyecekken başka bi yeni soru o gelen cevabı da çürütüyor. Böylece dikkatim dağılıyor ve başa dönüyorum. E sonra da başım dönüyor:)
Şimdilik vardığım noktayı tam kelimelere dökemiyorum ama galiba vahim bi yerdeyim. Emin değilim:) Hayırlısı..

***
Şu hayatta niye varız tam bilemiyorum ama insanoğlunun kendini çok fazla önemsiyor oluşuna, başkalarını göz göre göre aptal yerine koymasına, türlü kurnazlık ve hinliklerle diğerlerinin zaaflarından yararlanmasına, herşeyi kendi lehine çevirmeye çalışmasına kendimi bildim bileli gıcık olduğumu biliyorum. Gerçi artık 'gülünç buluyorum' da diyebilirim. 'Sen naaparsan yap, iplerin başkasında, çakmadın mı hala durumu?' diyesim geliyor onlara. 'Bi karış toprağa giricen, o toprağa da kediler işiycek, o yere indiremediğin burnunu da böcekler yiycek!':))

'Varoluş, yokoluş ve bunların sebepleri'ne dair herseyi yukarlarda belirttiğimden anlaşıldığı üzere sorgulamaya ve okumaya hep devam ediyorum. Ve sanırım ben biticem, o süreç hiç bitmeyecek.. Eh, derdimiz bu olsun. Sorgulayabilen bir aklımız oluşuna şükür;)

Daha da ilaveler yapasım vardı aslında ama 'söylesem tesiri yok' diye burada bitiriyorum:)

***

Son söz:
Önemli olan iç huzur. Her şeyin başı da su:)


Sevgiler.. 

NeclaK



3 Nisan 2015 Cuma

Hatıralar, İstiklal Caddesi ve Kayahan..



Psikologlara göre insan, anılarına o anıları yaşadığı insanlardan daha çok değer verirmiş. Bu sebeple  aslında insanları değil o 'an'ları özlermiş. Buna kısmen katılıyorum. Kısmen diyorum çünkü, belki de o anı X kişisiyle değil, Z kişisiyle yaşasan  hatırında aynı tatlılıkla kalmış olmayacak, hatta belki hiç hatırda kalmayacak, unutulacak.. E unutacağın bir şeyi de sonradan özleyemezsin tabi:)
Eminim, bir çoğunuzun bunun üzerine uyarlayacağı örnek anlar aklına gelmiştir şu anda. Bir kısmı artık çok uzaktır, bir kısmı tekrarlarını hala yaşadığın/yaşayabileceklerindir..

***

Dün akşam İstiklal Caddesi'nde uzun bir yürüyüş yaptım. Oraya ilk kez gittiğim yıllarda, yani 19-20 yaşlarımda bunu yazmış olsaydım, ''uzuuuunn bi yürüyüş'' diye bahsederdim. Çünkü o zamanlar o cadde bana sanki kilometrelerce bir yolmuş gibi gelirdi. Mağazalar, restoranlar, tarihi binalar, her bir metresinde değişen farklı müzik sesleri, yanından geçip giden tramvay, her çeşit insan ve bir zamanlar çalıştığım o banka şubeleri... bak bak bitmez, sonu bir türlü gelmezdi. Meydandaki Atatürk heykelinden Tünel'e varmak en az 1 saatimi alırdı sanki.
Oysa dün Galatasaray'a, yani yolun yarısına 5 dakikada ulaştım:) Ve yıllar boyu her bir köşesinde yaşadığım birbirinden güzel anılarımı düşündüm. Ayrı ayrı kişilerle, ayrı mevsimlerde, günün ayrı saatlerinde ve apayrı ruh halleriyle yaşadığım anılarımı.. Orada çalıştığım yıllarda kahvaltı yaptığımız o şirin kafede işe yetişmek için aceleyle son yudumunu ayakta içtiğimiz çayları, o çok sevdiğimiz restoranın çıkışında caddede bağıra bağıra fasıla devam ettiğimiz o neşeli gece yarılarını, öğle tatillerinde yaptığımız hızlandırılmış alışverişleri, belki de çok kanıksadığımız için bize gereksiz görünen herşeyin fotoğrafını çekip duran turistlerle dalga geçişimizi, keman sesi duyduğum her yerde daha fazla dinleyebilmek için adımlarımı yavaşlatışımı, veya tam aksine herhangi bir etkinliğe yetişmeye çalışıyorsak insanları yara yara koşturmamızı, sık sık rastladığım eski tanıdıkları, her gördüğümüz simitçiye /kestaneciye 'bu kesin sivil polistir haa' diye şüpheli bakışımızı, tango dersinde hocama 'ayakkabımı getirmeyi yine unuttuğumu' nasıl söyleyeceğimi düşünerek kursun kapısına yaklaştığım o anları düşündüm:)

''Yitirmeli ne varsa, başlamalı yeniden'' diyor ya Sezen 'Deli Kızın Türküsü'nde.. Nedense yürürken hep bu şarkı geçti içimden. Hep onu mırıldandım. Belki de bana sık sık yaşadığım o ''yitirip yeniden başlama''larımı hatırlattı bu yürüyüş.. Eski işimi, eski dostları, eski aşkları.. Artık geride bıraktığım bir çok şeyi. Her biriyle ilgili gülümseten ya da inciten yaşanmışlıklarım hızla geçip gittiler beynimden o şarkıyla beraber..

''Bir büyük oyun bu yaşamak dediğin,
 Beni ya sevmeli, ya öldürmeli...''

***

Sabah bu yazıyı yazarken, Kayahan'ı kaybettiğimiz haberini aldım. Böyle nostaljik ve içimde huzurla hüznün birbirine karıştığı bir ruh halindeyken, bunları şarkılarıyla hepimize bol bol yaşatan değerli bir sanatçının ölümünü duymak bu hisleri daha da derinleştirdi bende..
Cuma günleri ölen insanlar sanki manevi anlamda daha özel/seçilmiş kişilermiş gibi gelir bana hep. Sanki Allah haftanın en mübarek gününde yanına aldıysa onun bi farkı varmış gibi.. Büyük ihtimalle saçmalıyorum tabi ama inşallah öyledir:) Nur içinde yatsın inşallah. Mekanı cennet olsun..

Özellikle bizim nesilde Kayahan'ın sesini duyduğu anda, bir zamanlar kalbine bir hançer saplanmış hissi veren en az bir şarkısını hatırlamayan yoktur sanırım. Zaten Sezen ve Kayahan aşka, sevgiye, dostluğa, ayrılığa, öfkeye, acıya ve gelip geçici şu yalan dünyaya ait herşeyi önümüze serdi her daim.. Bizler de içimizden geçenlerin şarkıya dökülmüş halini duydukça ''işte hissettiğim ama ifade edemediğim duygu tam bu'' diye içlerinden o anımıza uygun olanı seçip dinledik hep.

''İçimde hatıralar delik deşik,
 Mektupları okudum seçip seçip..'' diyen 'Gönül Sayfam' şarkısındaki gibiydik hep geçmişi anarken.

''Şu gözlerim olmasaydı,
 Yüreğim taştan olsaydı,
 Ne kolaydı unutması seni.. '' dedik mesela o vefasız yarin ardından.

''Atın beni denizlere,
Yalan dünya size kalsın'' diye haykırdık hem bıkkın, hem isyankar ruh hallerindeyken..


En çok da, platonik aşkıma kendimi bi türlü farkettiremeyince ''acaba dünyayı kendime nasıl zindan etsem, bunalımın hangi çeşidinden yaşasam'' diye düşündüğüm zamanlarda Kayahan'ın şarkıları imdadıma yetişmiştir:) ''Seni sensiz duvarlara yazan benim'' eşliğinde odamın duvarlarının içine etmişliğim de vardır mesela:))

***

Astrolog Dinçer Güner sene başında bu yılın ilk ayları için, ''Ünlü erkek sanatçıların kayıpları olabilir'' diye öngörüde bulunmuştu. Önce Erol Büyükburç, şimdi Kayahan gitti.. Bu kendisinden okuduğum doğru çıkan onlarca öngörüden sadece biri. Şu astroloji gerçekten enteresan birşey!
Astrologların hep söylediği gibi: ''Gökte ne varsa yerde de o oluyor'' hakikaten.. Yukarılarda kurulmuş olan o hiç şaşmayan, kusursuz sistem, olacakların ve hissedilecek duyguların işaretlerini veriyor hep bize..
Dinçer'in yarın gerçekleşecek Ay Tutulması'ndan sonraki aylar için de siyasetçilerden bazıları için aynı öngörüsü var, ölüm ya da ağır hastalık gibi.. !? Ne diyelim; herkesin hakkında hayırlısı..


Sevdiklerinizle hep yanyana olacağınız, güzel anılar biriktireceğiniz sağlıklı yıllarınız olsun..

Sevgiler,

NeclaK


8 Mart 2015 Pazar

Kadınlar günü..



Bu ülkede Kadınlar Gününü layıkıyla kutlamak için önce bir çok kadının zihniyeti değişmeli! Çünkü, buralarda erkeklerin çoğunluğu kendini kadından daha üstün görüyor.(bazen en modern görüneni bile!) Kimi içten içe böyle düşünüp, değil-miş- gibi davranıyor, kimisi de gayet kabaca dışa vuruyor.. Yani; öncelikli ihtiyacımız; onlara bunun böyle olmadığını öğreterek yetiştirecek zihniyete sahip kadınlar..! 
Fakat maalesef ki bu çağda hala 'bütün kızlar peşinde aslan oğlumun' ve benzeri bayağı klişelerle, erkeklerin cinsiyet itibariyle daha doğuştan 1-0 önde olduğu hissi vererek hayata hazırlayan anneler var.. Ama aynı anne kızına 'bütün erkekler peşinde benim kızımın' demez. Malum, bu oğlunda olduğu gibi bir 'gurur' değil, 'utanç' cümlesi olabilir ancak! Halbuki ne gurur ne de utanç, sadece yersiz, saçma, bomboş söylemlerdir bunlar. İçinde bir cinsiyeti övdüğünü sanırken diğerini aşağılama barındıran benzeri tüm diğer söylemlerde olduğu gibi..

***

Kadın ve erkek her anlamda birbirine eşit değil tabi ki. Biyolojik yapısı, doğuştan gelen bazı becerileri, fiziki gücü, zaafları, eğilimleri farklıdır. Ve bence bu 2 cinsin dünyaya farklı yaradılışla gönderilmesi, birbirlerini tamamlamaları içindir zaten. Hatta, kadınla erkeğin bir konu üzerindeki düşünme şekilleri bile birbirine benzemez. Özellikle de bu sebeple birbirlerini tamamlamaya ihtiyaçları vardır. Kadın çok daha geniş pencereden ve daha derin ele alırken, erkekte genellikle daha kısıtlı ve dardır bu alan, daha düz bakar. Bazen bu bakış daha çabuk çözüme ulaştırır gibi görünse de, kadının gördüğü bir çok inceliği de gözden kaçırması olasıdır çünkü. Yani, bu tamamlama hali sadece karı-koca ya da sevgili ilişkisinde değil, her alanda lazım. Aile içinde, kardeşler arasında, iş yaşamında, arkadaşlıkta..
Fakat tüm bunları ''fıtratımız farklı işte'' diyerek 'hak' 'adalet' 'özgürlük' kavramlarına uyarlamaya çalışma hali var ki; işte o nokta cehaletin daniskası ve -öncelikle- ahlaki anlamdaki eğitimsizliğin en önemli göstergesidir. Çünkü, aklı selim her insanca malumdur ki; bu kavramların cinsiyeti yok! Oralarda her insan sonuna kadar eşittir.. Ama işte işin en kötü yanı da başta da söylediğim gibi; oğullarını az sorumluluk ve bol gazla eğitip topluma saldıkları için böyle olmasına izin verenin de maalesef ki yine kadınlar oluşu.! Bir adam karısını dövdüğünde 'e o da hakediyo yani' diyebilen bir başka kadın da var. Bir erkek karısını aldatıyorsa, 'e o da kadın olsaydı da evde tutsaydı canım' diyen kadın da var. Ayrıca; o kadını yine bir kadınla aldatıyor o erkek. Yani bazen kadına yapılan zulmün ya da haksızlığın sebebi yine bir kadın oluyor. bazen bir eylemiyle, bazen suskun kalışıyla..  

Tabi bunların hiçbiri bu gibi erkeklerin kabalığını, ahlaksızlığını aklamıyor! Ama ben sadece, bir kadın olarak hemcinslerimin bu kısır döngüye izin ve hak veriyor olmalarına inanamıyorum. Erkeğin işine geliyor tabi ama kadın hamuru, kadın duygusu, kadın gözüyle bakıyorum ve anlamlandıramıyorum?
Bir araba reklamı yapılacak, üstüne bikinili bir kadın oturuyor. Bir ayakkabı tanıtılacak, kadının ayaktan başka her uzvu ortada. Bırak sapık ruhlu olanı, güya pek medeni ve kadına saygılı olan erkeklerin hepsinin sosyal medyadaki 'like' bildirimleri, yarı çıplak, kıçı havada, göğüsler dışarda teşhir manyağı kadınların fotoğraflarıyla dolu..! Erkek, aklı uçkurunda olduğu için yapıyor. Malum Türk erkeği için onur ve ahlak; anası, karısı ve bacısında olsa yeter! Ama kadın kendine neden bunu yapıyor? Bir madde/obje haline dönüşmeyi kendi özgür iradesiyle nasıl kabul ediyor? Anlayamıyorum??

***

İçinde erkek çocuk büyüyen hemen hemen her evde mutlaka söylenmiş gayet şuursuz cümleler vardır, hepimiz biliriz:

''erkektir, yapar''
''elinin kiri''
''kız fingirdek, oğlum naapsın''
''erkek dediğin masaya yumruğunu vurur'' 
Özellikle de bir kadına karşı yaptığı her türlü yanlışında ''benim oğlumun canı sağolsun''... ve benzerleri..

Böylece bu medeniyet bilinci sıfır sözleri beynine yerleştiren erkeğin de bir süre sonra düşünmek ve karar almak için beyni yerine başka bir organını kullanmaya başlaması da kaçınılmaz hale geliyor tabi!! Tüm bunlar bilinçaltına; ''Hmm, fazla kasmiyim o zaman, demek ki her zaman son sözü ben söyleyeceğim, ben ne yapsam doğruyum, kadınlarda olmayan bazı haklara sahibim, kadın seçmez, seçilir'' gibi ilkel fikirler yerleştiyor ve ordan yürüyor. Büyüdükçe biraz vizyonunu geliştirmek gibi bi kaygısı olmadan, karısı, sevgilisi, kızı, arkadaşı veya sokaktan geçen herhangi bir kadına karşı hep bu bilinçle yaklaşıyor ve öyle yaşayıp gidiyor..


***

Erkekler, birine sinirlendiğinde, egosu sarsıldığında, herhangi bir konuda işler yolunda gitmediğinde karşısına aldığı her kişi, kurum vs.nin anasını ....r! ....na koyar! bacısına söver! Futbol maçlarında kendi stadına gelen takım için sembolik olarak gerdek gecesi sözleri, fotoğrafları paylaşır. Karşı takıma gelinlik giydirir, kendisi errkek(!) tarafı olur, ''gel bak burada sana neler yapıcaz!'' der mesela.. Bir tecavüz karşısında duyarlılığını bile o aşağılık tecavüzcünün yaptığı eylemle benzeşen cümlelerle tepki vererek gösterir!
 Bu örnekler çokça ve bence bunun adı en özet haliyle: 'Olmamışlık'.. Doğuştan 'erkek' olup, 'adam' olamamışlık! 
Çok şükür ki, benim neslimde ve yeni gençlikte büyükşehirde yaşayanlarda daha çok, diğerlerinde daha az oranda da olsa biraz daha aydınlanmışlık var bu gibi 'insanlık' mevzularına.. Çok olmasa da nispeten umutluyum gelecek için. Herkesin birbirini 'kadın' ya da 'erkek' diye ayırarak değil, önce 'insan' olduğunu düşünerek yaklaştığı, evrensel değerlere göre davrandığı bir dünya hayal ediyorum. Bu zemin üzerine kurulan her tür ilişki, birbirinin olumlu-olumsuz yanlarını farkederek, tölere ederek, birlik olup faydalı hale getirerek sürecektir o zaman.. 

***

Tüm kadınlara çağrım şudur ki; Kadınlar Günü'nü altın günüymüş gibi kutlamayın! Bu birbirinize tatlı sözler söyleyip, hayatınızdaki erkeklerin sizi şımartmasını bekleyeceğiniz bir gün değil. Bu, tarihte çalışma haklarını savunmak için eylem yapan bir grup kadının yanarak ölümüyle sonuçlanan bir olay sonucu ilan edilmiş bir gün..Bu yüzden tam adı: ''Dünya Emekçi Kadınlar Günü'' dür. 
Ve bence her kadın çocuk doğurmamış da olsa içgüdüsel olarak 'anne'dir. Emek verdiği işler arasında en kutsal olanı çocuk yetiştirmek olsa da, çocuğu olmayan kadınlar da doğuştan verilen anaç ruhu sebebiyle birleştiricidir, yapıcıdır, öğreticidir. Bu sebeple yaşamın her alanında duyarlı kadınlara ihtiyaç var. Bu bilincinizi geliştirin..
Ey erkekler; kadınlardaki bu ruhu farkedin, onları duyun, görün, incitmeyin. Bu güdünün gücünü göz ardı etmeyin.. Beyninizle düşünün!!

***

Sevdiğim bir yazar olan Murat Menteş'in Twitter'dan alıntıladığım aşağıdaki yazısıyla bitiriyor ve tüm emekçi kadınlara saygılarımı gönderiyorum:)  


Sevgiler,

NeclaK 




1 Mart 2015 Pazar

Leyla'dan geçme faslı..



Kuran, Secde Suresi 9. ayette şöyle diyor: 
''..Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi...'' 
Buradaki 'üfleme'yi 'yarattıklarına kendi hayatından hayat, kendi canından canlılık vermek' olarak açıklıyorlar. Yani, Allah hepimizin içinde. Her an, her saniye. Kalabalıklar içindeyken, yalnızken, uyurken...Her canlı O'nun bir parçasını taşıyor. Bizlerin bu ruh ve bedenlere nasıl davrandığı da  O'nun emanetine ne kadar saygı gösterdiğimizi, O'nu ne kadar hatırladığımızı veya ne kadar unuttuğumuzu anlatıyor bir nevi..
Victor Hugo 'Vicdan insanın içindeki Tanrı'dır''demiş. Evet, yaşam boyu içimizde taşıdığımız o parçanın diğer adı bence de bu: Vicdan..

Kendimize veya başkalarına verdiğimiz manevi, maddi ya da fiziksel zararların hepsini vicdan süzgecinden geçirmediğimiz için yapıyoruz.. Tüm davranışlarımız; önce O'nun bize verdiği akıl ile düşünülmüş ve sonra eyleme geçirilmiş hareketler. Fakat düşünme halinden eyleme geçerken, o ikisinin ortasında vicdanımızdan onay almamışsak, orada süzmemişsek, şu an 'nefsime fayda sağlayan ne?' değil de, 'razı olunan ne?' dememişsek o eylem, o ağızdan çıkan söz, o alınan karar illaki ya ahlaki değerlere aykırı, nankörce, vefasızca bir hareket olur ya da en iyi ihtimalle eksiktir. Ve, başkasına karşı yapılıyor görünse de en çok da kendimizden eksiltmektir aslında.

***

Size karşı güven içinde olan birine yalan söyleyip incitiyorsanız, süzmemişsinizdir.
Haklının, yani Hakk'a uygun ve adil olanın değil de, -hiç bitmeyecek sandığınız bu dünya hayatında- işinize daha çok gelenin tarafında oluyorsanız, süzmemişsinizdir.
Egonuzu beslediği, keyif ya da herhangi bir şekilde fayda/haz verdiği sürece yanınızda tuttuğunuz veya umut verdiğiniz bir insanı, hevesleriniz değişince kaypaklık ve rahatlıkla bir kenara atabiliyorsanız, süzmemişsinizdir.
Küçücük savunmasız çocuklara, sabır ve anlayışla doğruyu öğretmek yerine, bağırıyor, dövüyor, sövüyorsanız, bu davranışların onun geleceğinde ruhsal kaygılara, psikolojik sorunlara yol açabileceğini aklınızdan geçirmiyorsanız, süzmemişsinizdir.
Yargılamadan önce empati dediğimiz 'yerine koyma' yı hiç denemiyorsanız, süzmemişsinizdir..

Bu yazdıklarım çevremde en sık gözlemlediklerim veya bazısı maruz kaldıklarım. Ve işin kötüsü bunlar en hafifleri.. Dünyada yaşanan, her geçen gün acı içinde izleyip okuduğumuz birçok olaydan bahsetmeye gerek bile yok sanırım!  Hırsızlıklar, cinayetler, tecavüzler... daha neler neler..
Ve tabi, hayvanlara kötü davranmak, bir ağacın dalını sebepsiz yere kırmak, yere çöp atmak gibi doğaya ve doğada nefes alan herşeye verdiğimiz zarar da dahil bu söylediklerime..

Zekanızın yükseklik derecesi, becerilerinizin ve yeteneklerinizin fazlalığı, elde ettiğiniz sıfatlar, mevkiler, büyük başarılar... Hep o süzgeçle birlikte kullanmayı düstur edinmediğiniz sürece tüm bunların hiçbirinin anlamı yok. Tek bir canlının kalbindeki sızının, gözündeki yaşın sebebiyseniz, sizde yediğiniz ya da vermediğiniz bir hakkı kaldı ise, 'helallik istemek', 'gönül almak' ya da 'af dilemek' yerine hep nefsinizle yüzleşmekten alabildiğine kaçmayı seçiyorsanız size verilen bu canla ilgili büyük bir 'mana' yanılgısı içindesiniz demektir.. Bir mezar taşından alıntılanan şu söz söylemek istediğimi çok güzel özetliyor; ''Ya gel, ol ve git. Ya git, ol ve gel!''

***

''İncitme! İncittiğin yerden incinirsin'' demiş Mevlana. Ben kimse o yerden incinsin istemiyorum. İnsan hata yapar. Ben istiyorum ki; farkına varsın. Hepimiz farkındalıklı insanlar olalım. Birbirimizde bunu görelim, duyalım, hissedelim ve affedelim.. Hatanın sahibi cesur karakterliyse bir yöntemle af diler, bir adım atar. Zayıf biri ise o adımı atmaz belki ama en azından yaşadığı farkındalık ve pişmanlık duygusu ile gönlü temizlenir. Önemli olan da budur. Herkesin gönlü temiz olsun ki, gönül gözü açık olsun ve bu döngü son bulsun.. Çünkü; bizi inciten kişi ya da meseleyi O'na havale edip yola devam etmek yerine, takılı kalarak kendi içimizi, buna sebep olan, yani inciten tarafsak da bu dünyayı cehenneme çeviriyoruz zamanla..


İnsanların kirlettiği bu muhteşem evreni, yine biz insanlar, her koşulda genel geçer doğruların yanında yer alan vicdanlarımızla temizleyebiliriz ancak.. Ben yaşamınızdaki önceliklerinize bir göz atın derim. Belki yeri değişmesi, eklenmesi ya da çıkarılması gereken kavram veya kişiler vardır..! Belki de ''Leyla'dan geçme faslı''dır artık...


Sevgiler,
NeclaK


''Helak olacağınızı bilseniz dahi yalan konuşmayın, doğruluktan ayrılmayın.'' Hz. Muhammed




21 Aralık 2014 Pazar

Çay hakkında her şey:)


Böyle bir havada yapılacak en iyi şey, yağmurun sesini dinleyerek çay içmektir. Gerçi güneşli havada yapılacak en iyi şey de çay içmektir. Hatta düşündüm de; ılık havalarda da çay içmek çok iyi şeydir, tatlı rüzgarın sesini dinleyerek. :) Yani çay, tüm zaman ve mekanların olmazsa olmazıdır ve  bir duvar yazısında söylendiği gibi; ''Çay içmek her zaman iyi bir fikirdir'' :)

Evet, yukarıda yazdıklarımdan anlaşıldığı üzere çay, benim için de yurdum insanının birçoğunda olduğu gibi vazgeçilemeyen sabit bir alışkanlık.. Hele de bazı anlarda olmadığında orayı eksik bırakan bir şey.. Tabi en başta kahvaltıda. Ve tatlı yerken. Ve tuzlu yerken. Ve bir dost sohbetindeyken. Ve sevgiliyle deniz kenarındayken. Ve işyerinde çalışıyorken/toplantıdayken. Ve komşu/aile ziyaretlerindeyken. Ve resim yaparken, kitap okurken, yazı yazarken... Yani bence tüm bunlar çay eşliğinde olmazsa anlamı azalır:) Tam  ''biraz abarttım mı ne?'' diycem aklıma Türk insanı olduğum geliyor ve 'yooo' diyorum. Malum, hem abartmayı severiz, hem de tüm dünyada siyah çay üretiminde her zaman ilk 5'de yer alan topraklarda yaşıyoruz. Bi nevi milli içeceğimiz bu bizim sonuçta :) (Ayran halt etmiş:P)

Ben Ramazan aylarında oruç tutan biriyim. Ve hemen hemen her sene ilk günlerinde gidip kendime bi çay koymaya yeltenmişliğim olur. Sonra içemeyeceğimi hatırlayınca o bardakla hüzünle vedalaşma anım içler acısıdır her seferinde:) 'Çay içmeden duramıyorum' diye oruç tutmayan birçok da kişi tanırım. Tabi o kısmı inanç ve iradenin yoğunluğuyla alakalı bence ama o da ayrı bi konu. Demek istediğim; kimisi için de bildiğin sigara/alkol gibi bir bağımlılık bu çay..

**

 Şimdi gelelim asıl konumuza, yani; çayın faydalarına.. Bugün bir sağlık sitesinde birşeyler okurken gözüme çarptı ve çayla ilgili tüm dünyada yapılan araştırmalar sonucu uzmanların ortak görüşlerini anlatan uzun bir yazı okudum. Sizlere de söylediklerini özetle aktarmak istiyorum. Buyrun okuyun öğrenin. Lazım bilgiler bunlar :)
Ama tabi önce bi çay koyun;)


* Demir eksikliği ,Anemi ve Yüksek Tansiyon hastası olmayan kişiler günde 8-10 bardağa kadar  içebilir.(Bu hastalıklara sahip olanlar 3-4 bardağı geçmesin ve mutlaka açık ve şekersiz içsin.)
* Kalorisi yoktur. (Ama İngiliz havasına girip de sütle birlikte içerseniz var tabi.)
* Antioksidan etkisi vardır, yaşlanmayı önler. (Bakınız; dipçik gibi Karadeniz kadınları.)
* Vücudun günlük su gereksiniminin karşılanmasında önemli yer tutar.
* İçindeki kafein sebebiyle daha dikkatli ve uyanık tutar. (Alzheimera karşı bile faydalıymış)
* İdrar söktürücü özelliği vardır.
* Şekersiz içildiğinde diş çürümelerine karşı fayda sağlar.
* Düzenli çay tüketen kişinin bağışıklık sistemi içmeyene oranla 5 kat yüksektir.
* Bağırsaklarda bulunan bir tür zararlı bakteriye karşı koruma oluşturduğu, kalp-damar hastalıkları   ve kanser riskini %30 oranında düşürdüğü, kolestrolü dengelediği gözlemlenmiştir.

 Ayrıca yalnızlığa da iyi gelir diyorlar ;)

***

Zararları da şöyle;
(Aslında bunlara zarardan çok 'dikkat edilmesi gereken hususlar' denebilir)

* Çok sıcak içilince ağız mukozası ve yemek borusu zarar görebiliyor.
* Günde 10 bardaktan fazlası kabizlığa yol açabiliyor.
* Şekerli içenlere -doğal olarak- şekerin vücuda yaptığı zararları veriyor. (Burda çayın bir sorumluluğu  yok tabi, o demiyo içime şeker at diye sonuçta:) )
* Yemeklere yakın sıralarda tüketildiğinde besinlerden aldığımız demirin emilimini güçleştiriyor. (1 saat önce ve sonrası daha uygundur)

Bi de bu uzmanlar bir tüyo vermiş. Çay suyu kaynadığı anda değil de, kaynadıktan sonra 1-2 dakika bekletip (yani fokurdama hali geçip, ısısı 95 dereceye düşünce) demlemek daha iyiymiş. Sebebini anlamadım ama vardır bi bildikleri..

*Son olarak; Yasakları var: Ülser veya Gastrit hastalığınız varsa ve çok ilerlemişse çaydan direk uzak durun diyorlar. Üzgünüm:( Şimdiden beslenmenize dikkat edin ki, bu hastalıklara yakalanmayın. Çaysız yaşayamazsınız bak sonra;)

***

Ve en temelde hepimizin bildiği bir şey var ki, o da; hayatta en yararlı, en iyi, en tatlı, en heyecanlı vs.. görünenler de dahil olmak üzere herşeyin kararında güzel olduğudur. Bırak çayı, bazen ayarı kaçınca sevginin bile fazlası zarar veriyor malum.. Bu yüzden hepinize sonradan 'atarlı' olmamak için, her zaman 'ayarlı' bir yaşam dileyerek bitiriyorum:)

Ve tabi; çayın yareni olan simite de sevgilerimle :)


NeclaK


''İki çay söylemiştik orada, biri açık. Keşke yalnız bunun için sevseydim seni....'' Cemal Süreyya





4 Aralık 2014 Perşembe

Türkiyem, cennetim..!


Türkiye'miz, hakikaten şarkıdaki gibi -doğal güzellikleri bakımından- cennet gibi bir vatan.. Ama iş siyasi meselelere gelince, her devirde başka bi mevzudan yana çok dertliyiz, mutsuzuz, acılıyız.. Son yıllarda ise, en küçük kurumun idarecisinden en tepedeki yöneticilerine kadar bir çok liderde(!) gördüğümüz ortak nokta; özellikle vicdani meselelerde ipin ucunun hepten kaçmış oluşu! Olanları şaşkın şaşkın izliyoruz. En çok da; bu durumlara şaşırmayanlara şaşırıyoruz ! Gündemimiz her gün değil, her saat değişir oldu artık. Ve bizler de Facebook'ta paylaşmalara yetişemez olduk tabi! Duyarlılık gösterdiğimiz için olanlar bir yana, bazen de fazlasıyla saçmalıyoruz, bunu sürekli söylüyorum, çünkü hemen her gün gözüme gözüme sokuluyor..Yani sizlere ''Cehaletten ve Sabit Fikirden ölecek 1 milyon kişi bulabilirim!'' grubu kurabilirim :)

Misal, bir kısmımızın son haftaki derdi şuydu: ''Papa niye geldi?'' Yahu, niye gelmesin?? Vay efendim ''niye AkSaray'a gitti'' Peki niye gitmesin?
Adam bir din adamı ama bir yandan da bu yaptığı politik bir ziyaret en nihayetinde. Bu ülkeye gelip de bizim iç ilişkilerimizde haksız, yolsuz bulduğumuz olaylara tepki verip, protesto mu edecekti. Misyonu bu mu? Femen kızı mı bu yahu? ''Yok orası haram parayla yapıldı, günahtır girmem'' falan mı diyecekti ya da? Kendisine bir program yapılmış, o da riayet ediyor işte. Basit! Bunu bu basitlikte düşünemeyip de karmakarışık hale getirmiş, yersiz bi şekilde aşağılamış, hadsiz ifadelerle dolu cümleler okudum. Hayretle!

Çok trajikomik kafalarımız var alimallah :P

***

Şu son 2 gündeki en belirgin diğer konumuz da tabi ki: Bedelli Askerlik.. Tabi ki bunun hiç de adil olmadığı fikrine katılıyorum. Fakat yine anlam veremediğim bazı eleştiriler var.
''Askerliğin ya şartları çok iyileştirilsin ya da yapmaya gönüllü olan gitsin, istemeyeni zorla almasınlar. İşi paraya dökmek de nedir?'' derseniz anlarım, saygı duyarım, desteklerim de.. Ama madem -ve maalesef ki- memlekette şartlar böyle, bu parayı verecek gücü olanın bu olaydan muaf hale gelme çabasına niye bu kadar atarlanıyo herkes, onu anlamıyorum bi türlü?? Kim içinde mantıksızlıklar silsilesiyle dolu ve hayati tehlike içeren bir sürecin içine gönüllü ve atlaya zıplaya gider? Hangi manyak? 'Hayır efendim ben gidiyosam illa o da gidecek' tutturması nedir? Kaldı ki, maddi gücü olmayanların hepsi sadece mecburiyetten gidiyor. Bayılarak değil. Biri o bedeli ödeme konusunda kendisine sponsor olsa hemen kabul edecek ve o da gitmemeyi seçecektir. Bu gayet net!  O yüzden ''Bu her türk erkeğinin vatan borcudur, vatan borcu namus borcudur'' ezberlerinden bi çıkın, az bi mert olun, samimi olun. Gözünüzü seveyim!
Ben, sınır dağlarında aylarca soğuktan donarak yaşayan, gözünün önünde arkadaşlarının vurulduğunu anlatan anılar da dinledim, ''sabaha kadar yüzbaşıyla içtim'', ''akşama kadar bilgisayar başında chat yaptım'' gibi anılar da.. Bir de bu açıdan bakarsak; 'adalet' kavramı 'gitmeyen' ve 'giden' arasında ele alınmamalı sadece. Gidenler arasında da ikiye bölünüyor doğal olarak..!

Yani diyeceğim o ki; bu yüzeysel vatan millet aşkı ayaklarını geçin artık! O samimiyet çoook eskide kaldı..Kurtuluş Savaşı dönemlerinde falan. Kimse boş konuşmasın ve kendini kandırmasın lütfen! Artık o 'değerler'e gerçekten 'değer' verilmiyor.. O aidiyet ruhunun yerini dibine kadar maddiyat, o birlik-bütünlük amaçlı politikaların yerini büyükbaşların birbirleriyle girdiği çıkar oyunları aldı.. Açıkça görülmüyor mu tüm bunlar?? Ve hal böyleyken bu kadar ezbere ve sığ bir 'milliyetçilik' kafası neyin kafasıdır?
12 ay gurbet ellere gidince ne oluyor? O genç kişi hayatında bi aydınlama mı yaşamış oluyor. Hayır. Giderken hergün klavye başına 3-5 içi boş laf sallayarak vatan kurtaran tiplerdense, geldiğinde de aynen ordan devam ediyo işte. Olan o.. Oradaki baskıcı ve mantıksız sistemden çıktığında, manevi bi öğreti yüklenerek geri gelmesi beklentisi saçma olmaz mı zaten?
Ben şahsen hiç görmedim. Bu sürecin insana farkındalık mevzuunda hiçbir katkısı yok. Nötr! Bu sebeple; bence bu askerlikle ilgili bilgileri çocukların öğrenim hayatının bir dönemine dahil etsinler, insani şartlarda bir temel eğitim versinler,olsun bitsin..

***

Sanırım ben en sonunda bir parti kuracağım. Ama tabi astroloğuma danışıp, gezegenlerin en uygun göründüğü zamanı öğrenip ona göre işe koyulacağım:) Gökyüzü kalitesi önemli meseledir malum;) Partinin adını da: QKGP olarak düşündüm. ''Q Klavye kahramanları Goygoy Partisi''  Kurmaylarımı da Facebook üzerinden seçeceğim:) Slogan olarak da şöyle bi fikrim var: ''Leyleğin ömrü 2 laklak'' :) Nasıl buldunuz?
Bence epey destek görürüm. Yani en azından Levent Kırca'dan daha fazla oy alacağımdır, orası kesin:)))

***

Her zamanki gibi; Allah sonumuzu hayır etsin diyerek sizlere iyi akşamlar diliyorum:)

Bu arada; bugün Dünya Engelliler Günü. Nam-ı diğer; Engel Tanımayanlar.. Ben de sosyal toplum içerisinde karşılaştığım bir çok engelli kişinin, hiçbir bedensel engele sahip olmayan birçoğundan çok daha güçlü duruşa sahip olduklarını gözlemliyorum. ''Acaba bu durumda, engelinden dolayı daha fazla manevi güç, cesaret ve olgunluğa vardığı için o mu şükretsin rabbine, yoksa bakıp görmeyen, şükür bilmeyen, hep şikayetçi, hiçbirşeyin farkında olmadan boş boş yaşayan öteki engelsiz mi?...'' diyorum!

Özdemir Asaf da demiş ki; ''Bunca boş konuşan insanın arasında dilsiz olmak engel değil, devrimdir..'

Sevgiler..

NeclaK




14 Kasım 2014 Cuma

Necla'nın iç açıcı yolculugu:)


İsmimi rahmetli babam koymuş. Onca seçenek varken 'Necla' aklına nerden gelmiş bilemiyorum. Acaba ilk aşkının adı falan mıydı diye düşünmüyor değilim bazen;) Ve hep merak etmişimdir, 'ne demek olduğunu bilerek mi karar verdi acaba' diye? Çünkü kız ismi olarak kullanılmasına rağmen, Arapça bir kelime olup,  ''Oğul, Soy, Erkek evlat'' anlamına geliyormuş. Ve ben dünyaya bıraktığı tek can olarak o soyu kurutmaya doğru gidiyorum. Yani; ismi bilinçli koyduysa kemikleri sızlıyordur şimdi adamcağızın ;)
Gerçi bu çağda insan biyolojisi değişti. Her yaşta anne olmak kolaylaştı. O yüzden ortalama 3-4 senem var hala soyağacımı dallandırabilmek için:)) Kadere de inandığımıza göre; 'why not' yani;) Neyse; buraya 'Nasip, Kısmet, Hayırlısı' üçlüsünü koyup geçelim. Ama bir gün bi bebişim olacaksa erkek olacak, hissediyorum:) Minik Ali..

***

Yarını Allah biliyor fakat dünümüze dönersek; ismimin 'oğul' anlamının hakkını epey veren bir ergenlik ve genç kızlık dönemi geçirdiğimi rahatça söyleyebilirim:)  Az sayıda kız arkadaşı olan, daha çok mahallenin oğlanlarıyla top oynayan, dolabında sayılı eteği bulunan, cinsiyetinin doğası gereği buluğ çağlarında makyaja, süse püse merak salmak yerine, kıçında bi kot pantolonla macera peşinde koşan, hep kısacık Zeki Müren tipli saçlarıyla gezen bi sokak çocuğuydum:) ''Erkek gibi kız'' deyişinin karşılığı yani..
Allah'tan 21'imde bankacı oldum da, biraz kadına benzemeye başladım:) Topuklu ayakkabıyla tanıştım mesela. Üstünde durduğun süreye göre eziyete dönüşebilme olasılığı yüksek olsa da güzel bişeymiş dedim, sevdim. Seksi falan yani.. uuww beybiii.. ;) Sonra 23 yaşımda da yalnız yaşamaya başlayınca yemek yapmayı öğrendim. Hele de ütü ve temizlik işleri kadın olduğumu çok fena hissettirdi bana yıllardır :)) Çok yol aldım yani, artık epey giderim var ;)

Tabi sadece dışardan görünen halim değil, ruhum da o 'erkek gibi' tanımına göreydi hep: Mert, gözü kara, cesur bir çocuktum. Ama gel gör ki, aynı anda fazla duyarlı ve duygusal bir kişilik olduğumdan çabucak yaralandı hep ruhum. Konu veya kişilere haddinden fazla değer yükleyerek kendime birçok zarar verdim ve zarar verilmesine de kolayca izin verdim bu sayede.. Yaralarım kabuk bağlayamadan tekrar tekrar kanadı, kanatıldı!
Ve dolayısıyla, içimdeki güçlü yanlarla tezat düşen bu haller yaşamımda her zaman en büyük handikapım ve en derin üzüntülerimin müsebbibi oldu..

***

Bir süredir kendimle ilgili bu mevzuya kafa yoruyorum. Açıyı değiştirdim, dışardan baktım, bol empati yaptım, bazen inziva yaşayarak, bazen sosyal yaşama karışarak yakın ya da uzağımdaki insanları gözlemledim ve o hiç bitmeyen iç yolculuğumun yönünü bu alana yoğunlaştırdım. Ve yakın zamanlarda, son yıllardaki 8537. hayal kırıklığımı -tabir-i caizse son kazığımı- da her zamanki ''vay bee, hakkında ne kadar da yanılmışım'' repliğimle yaşayınca, tepemde bir ampül yandı ve dile geldi: ''Öyle şaşkın ördek gibi bakacağına, artık bu kısır döngüye bir son ver!'' dedi bana!!
Yani; sanırım köprüden önceki son çıkışı yakaladım artık.. Eski yaralarım kuruyarak dökülüyor ve yenisine hiç kolay izin vermeyeceğimdir. Çünkü; bıktım! Çünkü; kabuğum sertleşti! Çünkü; öfkeliyim! Ama bir başkasına değil, kendime karşı öfkeliyim.
Duygularımı kontrol altına almayı öğrenmekte bu kadar geciktiğim için..
Gözyaşımı hakedecek daha anlamlı hüzünler varken, çoğu kez yersiz ve haddinden fazla akıttığım için..
Bazısını yanlış yere konumlandırdığım veya konumlandırıldığım yeri bilemediğim için..
'Özverili Olma' hali *hep* tek taraflıysa onun adının 'Gerizekalı Olma'ya dönüştüğünü, İnsanoğlunun bencilliğini, ve de Doğru/adil olanı değil işine geleni yapıp/söylediğini sık sık unuttuğum için...
Çok öfkeliyim.!

Ve; yaşamımdan geçerken bunları bana -canımı yaka yaka- öğretip, sonunda bu kabullenişe ulaşmamı sağlayan herkese selam olsun. Teşekkürü borç bilirim!! İç yolculuğumun içini açtınız...

***

Özetle; ben kendime mutluluğun resmini çizdim, şimdi de o taslağı şekillendiriyorum:) Yanımda olmak isteyen boyalarını kapsın gelsin, bi fırça da o atsın;) Ve Candan Erçetin'in o şarkısındaki gibi;

''Gelenin de,
 Gidenin de,
 Dönmeyenin de,
 Canı sağolsun...''


NeclaK


''Bu kadar ucuz mudur insan hayatı? Değmeyecek geçici şeyler uğruna harcanacak kadar...'' Platon